Liseden mezun olduğumda üniversite seçimleri esnasında her Türk genci gibi ben de kendi ellerimle ve seçim hakkına sahip olduğum sırada yaşamak istediğim hayata yönlendirilmediğimi fark edip aileden ayrılmıştım. Bir anda kendini okutacak biri olamayacağım için önce çalışıp, işten arta kalan vaktimi hedeflerimde kendimi geliştirmeye adadım. Bunun bedeli özgürce eğlenememek, her zaman ucu ucuna yeten maddi durumdaki bi 10 yıl ve bolca asosyallik oldu. 20'li yaşlarımın en eğlenilesi dönemlerinde, çevremdeki herkes en az 1 kere yurt dışı görmüşken ve bolca sosyallik temalı anılar biriktiriyorken ben uyanık kaldığım saatin tamamı mesaiymiş gibi çalışmaya devam ettim. Hayalimdeki bölümü alnımın akıyla okuyup bitirdim, çok da yüksek bi dereceyle bitirdim. Üniversite yönetimindeki Türkiye siyasetindeki partilerin tarafında olanlar arasındaki politik savaşlar ve bunların bizim eğitimimize yansıması yüzünden; hayalimdeki bölümden nefret ederek mezun oldum.
Sonra hayalimdeki işe de mucize şanslı bi hızla girebildim. İşsizlik oranı bu kadar fazlayken ve insanlar istedikleri işi yapamıyorken benimkisi gerçekten bi şans. Burada da ben işe girmeden 6-7 ay önce departmanlar arası oluşan politika yüzünden bana zorbalık uygulandı, "sizin nesil" başlığı altında tüm fikirlerim ve huylarım eleştirildi. Hayalimdeki işi yaparken bir şekilde yine mutsuzum ve geceleri gözüme uyku girmiyor.
10 Yıl sonra artık öyle bir noktaya gelmişim ki, her gece içimi yiyip bitiren düşünce, hayatımda kendi tercihimin peşinden gitmenin en ağır yükü 10 yıldır bir şeylere ulaşmak adına sürekli uğradığım haksızlıklara, savunabileceğim doğruları hiç etmeksizin boyun eğmek olmuş. Sürekli içimdeki bir deli "Aman boşver, yak gemişleri. Bir kere yaşıyorsun bu ömrü, bunları yaşamak için mi?" diyor. Ve son zamanlarda o deli olmayı çok istemeye başladım. Yaşamak gerçekten bu mu cidden? Bir insan kendi ayakları üstünde durmak istediği zaman hep yorgun ve önüne bakmak zorunda olduğu bi durumda mı kalıyor? Eğer böyleyse bi 10 yıl daha beni götürecek motivasyon ne ki?