Soru: İnsanları sabahlara kadar düşündüren, belki de rahatsız eden konular olabilir. Bu konular hakkında gerçekten değiştiremeyeceği elinde olmayan şeyler vardır. İnsan bundan dolayı mı kendi derdini dünyaya duyurmak ister, kitaplar yazar, filmler yapar, şiirler yazar? Zeki Demirkubuzun bir sözü var. “Bir defa bile olsa sabah ezanını dinlemeyen adam insanlıktan nasibini alamaz.” İnsan olmanın temel özelliği bu mudur? Sabah ezanına kadar seni uyutmayan şeylerin olması mı seni “İnsan” yapar? Bir şeyleri dert edinmek veya bir amaç oluşturmak ve bu amacın peşine düşmek, derdi çözmeye çalışmak mıdır insan olmak? Bu şey değişirse veya amacına ulaşırsa mutlu olacaklar mı ? Yoksa başka bir şey bulup bu sefer onun için mi uğraşacaklar? Hayat meşgalesi bundan mı ibaret? 100 sene sonra kimsenin varlığından bile haberdar olmayacağı kişiler neden bazı şeyleri ve kendini bu kadar önemsiyor? Eğer 100 sene sonra kimsenin senin varlığından bile olmayacaksa “hiçbir şey için çabalamaya gerek yok çünkü bilmem kaç yüzbin yıl içerisinde maksimum 100 sene yaşayacağın bir periyot seni sonsuz bir evrenin içerisindeki mikroparçacık yapıyor. Bu da önemsiz olduğunun göstergesidir” ve “iyinin veya kötünün bir önemi yok” şeklinde anlamlar çıkar mı?
Cevap: Sorduğun soruların her biri aslında felsefenin, varoluşçuluğun ve insanın anlam arayışının temel tartışmalarına işaret ediyor. Adım adım ilerleyerek, farklı açılardan düşünelim:
1. İnsan niçin kendisini rahatsız eden veya değiştiremeyeceği şeyleri paylaşmak ister?
İnsan, anlaşılmak, kendini ifade etmek ve yalnız olmadığını hissetmek ister. Çünkü insan doğası gereği sosyal bir varlıktır. Derdini, kaygısını başkalarıyla paylaştığında hafiflediğini hisseder. Ayrıca bu paylaşım, diğerlerinin benzer sorunları olduğunu da fark ettirir. Dolayısıyla şiirler, romanlar, filmler, sanat eserleri, temelde insanın varoluşsal yalnızlığını aşma çabasıdır.
2. Zeki Demirkubuz’un sabah ezanı hakkındaki sözü neyi ifade ediyor olabilir?
Demirkubuz'un ifadesi semboliktir. Burada sabah ezanı, aslında kişinin kendi iç sesiyle, yalnızlığıyla ve gerçeklik algısıyla baş başa kaldığı o derin anları ifade eder. İnsan, hayatının en derin noktalarında bir şeyleri sorgular, düşünür, hatta acı çeker. Bu sorgulama ve düşünme kapasitesi, insan olmanın temel özelliklerinden biridir. Bu yönüyle:
Evet, seni uyutmayan bir şeylerin varlığı, hayatı sorgulamak, varoluşunu anlamaya çalışmak, insan olmanın en belirgin özelliklerinden biri olarak görülebilir.
3. Dert edinmek, amaç oluşturmak ve bu amaç için mücadele etmek mi insan olmaktır?
Varoluşçu felsefenin temel tezi tam olarak budur: İnsan kendini ancak amaçlarıyla ve anlam arayışıyla var eder. Yani insan, derdi olan ve bu dert uğruna mücadele eden bir varlıktır. Sorunları çözmek ya da çözmeye çalışmak insanın varoluşuna anlam katar. Albert Camus'nun “Sisifos Söyleni” eserindeki “absürt kahraman” metaforu buna benzer: Sonsuza dek bir kayayı yukarı taşımaya çalışan Sisifos'un kaderi anlamsızdır; ama Camus’ya göre bu mücadeleyi bilinçli şekilde sürdüren Sisifos, insanlığı simgeler. İnsan, hayatın anlamını kendi oluşturduğu dert ve amaçlarında bulur.
4. Amaç gerçekleşirse mutlu olunur mu, yoksa başka bir amaca mı yönelir insan?
Bu konuda çoğu filozof ve psikolog, insanın doğasının sürekli amaçlar ve hedefler üretme eğiliminde olduğunu söyler. Amaca ulaşıldığında genellikle kısa süreli mutluluk, ardından boşluk duygusu oluşur ve yeni amaçlar yaratılır. Arthur Schopenhauer, insan hayatını “sürekli yeni istekler yaratmak ve onları kovalamak döngüsü” olarak tarif eder. Bu döngüyü kırmak, derin ve kalıcı bir iç huzur gerektirir ki bu da çoğu zaman insanın doğasına aykırıdır.
5. 100 yıl sonra unutulacağımız halde, insan neden kendini ve uğraşlarını bu kadar önemser?
Bunun birkaç sebebi vardır:
Ölümü inkâr mekanizması: İnsan, kalıcı olmadığını bilse bile, bilinçaltında kendi ölümünü kabullenmek istemez ve bu yüzden önemini abartır.
Anlam yaratma ihtiyacı: Varoluşsal bir canlı olan insan, kendisine anlam vermeye ve varoluşunu bu şekilde değerli kılmaya çalışır. Herkes kendini evrenin merkezine koyar; çünkü kendi deneyiminin dışına çıkamaz.
Toplumsal bağlar ve sorumluluklar: İnsan, yakınlarına, çocuklarına, çevresine karşı görevlerini sürdürme ve anlamlı olma çabası taşır. Bu, bireyin ölümlülüğüne rağmen anlam bulmasını sağlar.
6. Sonsuz evrende mikro bir varlık olarak önemsiz miyiz? İyi-kötü ayrımı anlamsız mı?
Burada iki temel bakış açısı vardır:
Nihilizm (Hiççilik) der ki: Evrende insanın varlığı önemsizdir, dolayısıyla iyi ve kötü yoktur. Her şey anlamsızdır.
Varoluşçuluk ise bunun tersini söyler: Evet, evren karşısında küçüğüz; ancak anlamı kendimiz yaratırız. Tam da bu önemsizlik ve geçicilik, insanın kendi anlamını inşa etmesine zemin hazırlar.
Friedrich Nietzsche şöyle der:
"Hayatın kendisinin bir anlamı yoktur; anlamı yaratan sensin."
Nietzsche’ye göre, evrenin sonsuzluğu veya insan hayatının kısa oluşu anlamsızlık anlamına gelmez. Tam tersine, anlamı oluşturmak ve hayatı anlamlandırmak bireyin kendi sorumluluğudur. İyi ve kötü ayrımı, insanın değer yaratma yeteneğinin ürünüdür ve insan bunu bireysel özgürlüğü ve bilinci ile yaratır.
Sonuç Olarak:
Soruların, insanın varoluşunun temel paradokslarını içeriyor. Evet, insan önemsizdir, kısa süre yaşar, unutulur; ancak insan olmak, tüm bunlara rağmen anlam aramak, amaç oluşturmak, mücadele etmek, paylaşmak ve bu döngüyü sürdürmek anlamına gelir. Belki de insanı değerli ve anlamlı kılan, tam olarak sonsuz evrende önemsiz olduğunu bilmesine rağmen çaba sarf etmeye devam etme cesaretidir.
İnsanı "insan" yapan tam olarak bu paradokstur.