Kaydol
Giriş

senate

Uğurcan Çetintaş
Stormtrooper
İstanbul
Haziran 2020
Star Wars ve Lotr ile alakalı sabahlara kadar sohbet edebilirim..
En son medyalar tümü
Takip ettikleri tümü
İstatistikler
Diziler detay
T. Süre
0dk
T. Bölüm
0 / 0
Filmler
T. Süre
0dk
T. Film
0 / 0
 
Beğendiği gönderiler
bakikblk Sith Sorcerer paylaştı!
hayırlı uğurlu olsun, akabinde neler getirecek bekliyoruz.
Gizlenen 30 yanıtı da gör! Çatlarsın yoksa...
Vur de vuralım lordum bu kadar da olmaz..
nelerle uğraşıyoruz
Ben ilk kez verdikleri bir kararı destekledim. Bizim topraklarımıza karışma hakları yok. Dini değerlere saygı diyorlar Kudüs babalarınınmış gibi davranıyorlar. Cami olmasına çok sevindim.
Emrecans

537 yılından beri hatta sonuna doğru desen 538 yılından kalmış bir yapı korunmalıdır,halka açılmamalıdır.Hani olay cami olmuş şu olmuş bu olmuş değil.Süper market de yapsalar aynı tepki verilir :D
Aslında ben mutlu oldum ama biraz da korkuyorum içine zarar verilmesinden ama ortada dolaşan bir bilgiye göre seramiklere ibadet esnasında zarar gelmemesi için tül örtüleceğini söylüyorlar.
senate Kardeş tamam haklısında ülkenin heryeri tarih dolu sen git önce onların haline bi bak , onların durumundan şikayetçi ol. Eğer kontrollü bir şekilde kullanılırsa ( zarar vermeden ) bence doğru karar.
Yok mu peki bi Ayasofya Restoremiz

Şunu belirtmek isterim bu olay dinle vs. bağlantılı bir durum değil tamamen siyasi bir hamledir. Aksini iddia eden çıkacaksaaaa çıkmasın cevap vermeyeceğim ona.

Bu hamlenin elbette ki bir karşılığı olacak. bkz. Papaz Brunson olayı.

Şu an ilk akla gelen hamle, Yunanistan tarafından gelecek Atatürk'ün Selanik'de bulunan müze evinin aynı şekilde bi kararla müze olmaktan çıkartılmasıdır. Acaba o zaman ne olacak?

Tarihte bu duruma benzer yani "Atatürk'ün evi yakıldı/bombalandı" gibi bir olay var araştırabilirsiniz. 1950'li yıllarda bu haber İstanbul'da duyuluyor ve İstanbul'da ortalık baya karışıyor. O zamanlar o haber gerçek değildi.
Şu an benzer bir haber çıksa ve bu haber gerçek olsa bile acaba ne tepki çıkar çok merak ediyorum.

Tek taraflı düşünmeyin, bizim değerlerimiz olduğu gibi diğer milletlerin de değerleri var ve biz saygı duymazsak onlar neden saygı duysun.
Cuma namazı 100 TL
Dİğer vakitler 50 TL
Yakında böyle olabilir :)
Kilise'de namaz kılmak...
Sauron
Atatürk evi Türkiye Cumhuriyeti konsolosluk sınırında ve haliyle Türkiye Cumhuriyeti malıdır.

Oraya dokunmak büzük ister.
Mimar olarak asla desteklemediğim bir karar. Bir de ardından çıkıp saatlerce "Bayrağımıza başkentimize karışamadığınız gibi Ayasofya'ya da karışamazsınız." tavrı çok çirkin. Yarın Arabistan kalkıp "Kabe'ye karışamazsınız." dese eyvallah mı diyecekler sanki. Aynı şekilde Mescid-i Aksa... Kusura bakmayın ama sidik yarışından başka bir şey değil.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne bağlı bir üniversitede okuduğum için müfredatımızda normalden fazla röleve, restorasyon, restitüsyon ve çeşitli koruma tekniklerine ait dersler mevcuttu. Uzmanlık alanı olarak restorasyon seçmeyecek olmama rağmen zorunlu veya seçmeli, bu derslerin hepsini aldım.
Sadece şunu söylemek istiyorum, benim gibi elini vicdanına koyan her mimarın yüreği sızladı bugün.
Muze olarak kalmasi ulkece daha karizma bir hareketti. Bakin burasi sizin dininizin temeli ve sadece biz istersek.girip hezebilirsiniz. Bize para odersiniz bizin izin verdigimiz kisimlari gezersiniz mesaji iceriyordu.

Cunku asil olay ayasofya degildi asil olay istanbulu almis olmamizdi.

Ama suan ayasofyayi camii ye cevirdiginde herhangi bir mesaj icermeyecek yuzyillar surecek hristiyanin torununun dahi gezmek icin gelecegi bir yer olmayacak.

Nesilden nesile bu aktarilmayacak. Sayet yok yunanlilar ataturkun evine ne yapar yok israil mescidi aksaya ne yapar zerre umrumda degil dilerse yaksinlar tasa eve yapiya tapilmamasi gerektigini bu gibi seylerin siyasi amacla dahi kullanilmamasindan yanayim fakat elimizdeki nesilden nesile "biz istersek.tarihinizi gezmenize izin veririrz" gucumuzu kaybetmis olduk.

Dusmanini alt edip zorla onun dinini musluman yaparsan sadece yasamak adina numaradan kabul etmis olur, ama ona ne derece adaletli ve her dusunceye saygili oldugunu gosterebilirsen sana saygi duyup yolundan gelmeyi sevecek ve kendi isteyerek.belki dinini degistirecektir.

Zorlamayla cocukca ben kustum hareketleriyle kimseye ders veremez kimsenin saygisini kazanamazsin.
şimdi bu adamlar bu tatihi gezmeye gelmeyecekse sınav neden ertelenmedi Vader
kesinlikle maxx royal hoteliyle alakası yok bakikblk
Kılıç hakkı diye bir şey var. Eğer savaş olmasaydı, İmparator anlaşmayla şehri verseydi, o zaman kılıç hakkı olmazdı ve Ayasofya cami olamazdı. Ayasofya, yaklaşık 500 senedir cami olarak kullanılmış. Avrupa'da da kiliseye çevrilmemiş cami yok denecek kadar az. Sultanahmet doldu mu ki deniyor, ama Hristiyanlar da Avrupa'da neredeyse tüm camileri kiliseye çevirmiş, Hristiyanların da kilseleri dolmamasına rağmen bunu yapmışlar. Avrupa'da çok eski kiliseler bile ibadete açık. Ayrıca Ayasofya Vakfiyesi var, Fatih'in bedduası var. İsteyen araştırabilir.
https://aa.com.tr/tr/kultur-s...manet/677695
(Büyük bir çoğunluk bu yoruma karşı tavır alacaktır ama cevap vermeyeceğim)
ViciousCircle Yanlis biliyorsun abicim, avrupada once camiye cevrilen kiliseler sonradan tekrar kiliseye cevrilmistir. Sifirdan cami olarak insa edilipde kilise yapilan tek bina balkanlarda.
Ha yikmislar midir? yikmislardir.
nebennebura İspanya'da Kurtuba Cami, Cordoba Katedraline çevrilmiş. Evet, kiliseden camiye çevrilen yapılar, camiden kiliseye çevrilen yapılardan daha çok. Ayasofya da bunlardan biri. Osmanlı, Avrupalılar gibi yakıp yıkmamış, ibadethane olarak kullanmış ki bu da Osmanlı'nın hoşgörüsünü gösterir. Avrupalılar gibi olsaydı, üzerine konuşulan cami mi müze mi sorunu bir yana Ayasofya bile ortada olmayabilirdi. (Gerek gördüğüm için yazdım.)
ya tamam kilise cami felan filanda fatihin bedduası ne alaka ViciousCircle
600 yıllık Osmanlı, 100 yıllık şanlı Türkiye Cumhuriyeti tarihinde denk geldiğimiz döneme bak. Zaten Türkiye'de yaşamak başlı başına bir sınav. Yetmiyor bir de gün geçtikçe gereksiz saçma şeyler duyuyoruz. Sıktı be!
ViciousCircle olm ne osmanlı hoşgörüsünden bahsediyorsunuz. osmanlı hoş görüsü dediğiniz şey afedersin senelerdir kabul etmediğimiz ermenileri zoraki göçe zorlayıp telef eden hoşgörüsüdür.

Yok osmanlı hoş görülüydü yok bilmemneydi. Osmanlı hoş görülü falan değildi gayet sert ciddi dediğim dedik astığım astık kestiğim kestikti.

Bir savaşta bile ne kadar asker kaybettiğini asla umursamaz önemli olan hemen hızlıca savaşı kazanmaktı. Yani 3 gün geç kazanalım ama 100 asker kaybederiz mantığından ziyade hemen kazanalım 10.000 asker kaybedelim sorun yok mantığındaydı.

Bu yüzden yeniçeriler bildiğin korumasız kıyafetlerle savaşa girerdi incecik. Sırf ağırlık yapmasın çok atak ve hızlı olalım ilk saldıranlar onlar çünkü. Ve savaşa giren ön cephe yeniçerilerin %90 ı telef olurdu.

Farklı milletlerden esir aldığı kaçırdığı devşirme çocuklar nasılsa yetişiyordu yeniçeri ocaklarında çünkü ve hepsi ölmek için yetiştiriliyordu bumudur hoşgörülü olmak yapmayın.

Hoş görülü falan değildi osmanlı şunu bi geçin. Her millet kendi tarihini hoş görülü sanıyor yok öyle birşey. Barbardık.

Fatih bile istanbulu feth etmeden önce ciddi anlamda rüyalarında gördüğüne kendisinin ciddi ciddi Allahın seçilmiş halimesi olduğuna inanıyordu. O rüyalar üstüne günlerce binlerce kayıp vererek savaşa devam etti.

Şuan biri çıkıp gelse ulan rüyamda gördüm ben halifeyim ben istanbulu alcam dese deli bu amk dersiniz. Osmanlı = İnanılmaz egolar kendi ve soyunu herşeyden üstün gören türklükten tamamen ayrılmış ve uzaklaşmış bir aileyi temsil ediyor.

Bunu anlamak için en son örnek abdulhamide bile bakmak yeterli köşeye sıkıştığında kendi ailesininin osmanoğullarının garantisini alıp ülkeyi tamamen anlaşmayla teslim edecek hale getiyor.

Osmanoğulları herşeyden üstündür onlar için. Türkler ise anadoluya hapsedilmiştir osmanoğulları tarafından.

Mustafa Kemalin verdiği mucadelede neden anadolu tam takır destek verdi hiç ayrıntıları düşündünüzmü tek sebebi düşmandan kurtulmak değil içerideki baskı ve osmanoğullarından tamamen kurtulmaktı %50 sebebide.

Osmanlı son çırpınışında Atatürkün başına verdiği ödülü bu yüzden kimse umursamadı. Yoksa anadolu halkı parayı cok sever yıllarca fakirleştirildiği ve fakir kalmak zorunda olduğu için sever. Günümüzde de bu aynen devam eder.

Ayrıca anadolu halkının en kötü özelliğide durgun zamanda etliye sütlüye çok karışmak istememesi kendi nesline bile eğitim vermekten ziyade aman nasılsa büyür yap cocuk mantığında bir halktır anadolu. Düşe kalka büyür öğrenir. Benim aklım kendime zor yetiyor aman hocaları eğitsin.

Kurtuluş savaşından sonra o değeri öyle iyi bildiler öyle herşeye sarıldılar ki ama doğan cocuklarına neslien bu verdikleri mücadeleyi tam olarak iyi anlatamadılar. Hocalara bıraktılar. Sonra yok fetosu gibi bilmemnesi gibi güvenilir sandıkları dinci örgütler beyinlerini yıkadı. Aileler anlatamadıkları için çok değil 3 nesil sonra yani günümüzde yine bunları yaşıyoruz.
Bu ülkede farklı görüşte olanlara tahammül yok. Seviyeli eleştiriye de pek müsade edilmez. Önüne gelen de ahkam kesmeyi çok sever. Belki kendi geçmişine bu kadar yabancı başka bir ülke de yoktur. Bu devrin çocukları ülkesini ve geçmişini ötekileştiriyor. Yok efendim bu ülkede yaşanmaz, işte eğitim sistemi yok, hukuk sistemi yok o yok bu yok... ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYDUN MU KARDEŞ? ÇÖZÜME GİDEN BİR YOL, ÖNERİ, ÇABA GÖSTERDİN Mİ Kİ DE ELEŞTİRMEYE KALKIŞIYORSUN? Ama biz kendimizi de tanımıyoruz. Başkasına nasıl tahammül edelim?


Şöyle de bir durum var, bu ülkede çoğu kişi hem siyasetçidir hem hukukçudur, hem dincidir hem ekonomisttir hem eğitimcidir hem de tarihçidir. Fakat çoğu kişi yarım yamalak bildiğini kabul etmek istemez. Kimse de demez ki bu konuda ahkam kesmek ne haddime... Mesela Vader bu sistemin uzmanıysa diğerleri ona danışır, olması gereken budur. Belki diğerleri sadece katkı yapabilir. Vader, herkesin site hakkında konuşmasını da doğru bulmaz. İzle geç der. Sistemi kurduğu doğrudur. Belki kendini bu şekilde tatmin etmektedir ya da kim bilir belki nefsini tanrılaştırmıştır. Bir bakarsın, tokmağını vurur yok öyle değil doğrusu böyle der. Diğerleri de susar bilerek ya da bilmeyerek. Bir bakarsın, cellat olur öldürür. Kimse de onun kararlarını sorgulamaz. (Belki bu yazdıklarımı dahi yazmaya cesaret edemez.) Ama her konuda atıp tutmak da nedir? Ha belki de 'özgür değil miyiz istediğimizi söyleriz' şeklinde bir ifade gelebilir. Ben de o zaman beni tatmin edecek somut kaynaklar, atıflar isterim. Hem istediğin gibi kesip biçeceksin hem de dayanaksız temelsiz atıp tutacaksın. Nerede çağdaş medeniyetler seviyesinin üzerine çıkma düşüncesi? Nerede bilimsellik, nesnellik?


Lütfen kaynak vererek yazın, araştıralım, bilmiyorsak öğrenelim, tatmin olalım. Aksi takdirde yazılanların cevap verecek niteliği dahi olmuyor. Ayrıca hepimiz bir gün öleceğiz, öyle ya da böyle. Mesele şu ki, özgürce kendimi ifade edemeyeceksem, pısırıkça kalacaksam yaşamanın anlamı nedir? Bu zihni kölelik değil midir?
ViciousCircle tabii ki kaynak vererek yazayım yada göstereyim. Gördüğümüz resimde yeniçerilerin savaş sırasında kuşandığı kıyafetler yer almaktadır. Kıyafetler düşman ordulara göre incelendiğinde zırh statüsünde değildir bunun amacı ise; zırh giymeyen yeniçerilerin çok daha hızlı hareket edip görevlerini hızlıca yerine getirmeleridir.

Yeniçeri kelimesinin savaştaki anlamı "Piyade" demektir en önden saldıranlar yani. Herhanhi bir tarih mecrasından incelersek. Ben hemen şu linki google dan buldum ilk sonuc olarak.
http://tarihdersleri.org/osmanlini...niceriler/

*Yeniçeri Ocağı’nın Kuralları ve Özellikleri*
Yeniçerilerin savaş zamanları dışında kışladan çıkması yasaktı. Talimle zaman geçiriyorlardı. Emekli olana kadar evlenemezlerdi. Yeniçeri ağası hariç diğerlerinin sakal bırakması yasaktı. Şartsız itaat etmek zorundaydılar. İslamiyet’in emirlerini eksiksiz yerine getirmeleri gerekiyordu. Öldüklerinde tüm mal varlıkları Yeniçeri Ocağı’na kalırdı. Kendilerinin tek ailesi babaları olan padişahtı. Osmanlı padişahları geleneksel olarak ocağa kaydedilir ve rütbe olarak padişah veya sultan değil “baba” yazılırdı. Ayrıca her 3 ayda bir dağıtılan maaşlarda padişahlar yeniçeri kıyafetlerini giyerek maaşını alırdı.

Burdan anlaşıldığı üzere amacı sadece savaşta görevini yerine getirmek için alınan eğitilen biyat ettirilen ve ölen insanlar olduğunu anlayabiliyoruz.

Gelelim bize göre Ermeni Kırımı, dünyaya göre Ermeni Soykırımı olan olaylara: https://tr.wikipedia.org/wiki/Erme.../Ermeni_K&

Ermeni Kırımı olarak aynı yazıları bizim tarih kitaplarımızda bulabilirsin. TC olarak sadece Soykırım kelimesini kabul etmiyoruz.

Osmanlıdan önce anadoluda dahi türkler hüküm sürdüğü için osmanoğulları istanbula türkleri sokmamıştır tüm ticaret yahudilerde vediğer türk olmayanlara verilmiştir. Sebebi Türklerin bir araya gelerek toprak almak için isyan etmelerinden korkmalarıdır.

Saraya hiç bir Türk cariye dahi sokmamalarının sebebi hiç bir şekilde padişah soyuna türklüğün karıştırılmak istenmemesidir bu yüzden tüm valide sultanlar devşirmedir.

1900 öncesi kaynaklarda;

"türk köylüsü kadar mutsuz bir köylü yoktur. kendisi hıristiyan benzerlerinden daha çok eziyet çekmektedir. konsolosların, sefirlerin ve yabancı devletlerin himayesinden mahrum olduğu için hıristiyan köylüsünün elindeki kozlara sahip değildir." kaynak: la turquie contemroraine gazetesi 11 mayıs1891
bu gazetenin varlığı ve yazılanları için bkz: https://books.google.com.tr/books.../books

*ziya gökalp, türkçülüğün esasları adlı eserinde şu bilgileri veriyor:*
'osmanlı imparatorluğu genişledikçe, yüzlerce milletleri siyasi idaresine aldıkça idare edenlerle idare olunanlar iki ayrı sınıf haline geliyorlardı. idare eden bütün kozmopolitler osmanlı sınıfını, idare olunan türkler de türk sınıfını teşkil ediyorlardı. bu iki sınıf birbirini sevmezdi. osmanlı sınıfı kendini millet-i hakime (egemen ulus) suretinde görür, idare ettiği türklere millet-i mahkure (aşağı ulus) nazarı ile bakardı. osmanlı türk’e daima eşek türk derdi…'(s.27).

*falih rıfkı atay, batış yılları adlı eserinde şunları yazıyor:*
'kendime ilk defa ne zaman türk dediğimi pek hatırlamıyorum. bizim çocukluğumuzda türk, kaba ve yabani demekti. islam ümmetinden ve 'osmanlı'idik. ilmihallerde baş dersimiz 'din ile milliyetin bir olduğunu'öğrenmekti. vatan sözü yasaktı. onu ben büyüyüp de namık kemal’i okuduğum günlerde kitapta gördüm. kulağımla ancak meşrutiyet’te duydum. padişah kulları idik. okul çıkışlarında her akşam sıraya girer, ‘padişahım çok yaşa’ diye bağırırdık. okullarda da arab’a arap, arnavut’a arnavut, rum’a rum, fakat kendimize osmanlı derdik.'


"sultan ii. abdülhamid devrinde ve hatta daha sonraki devirlerde türkiye hakkında yazı yazan avrupalılar, imparatorluk içinde türk kelimesinin kullanılışı ile ima edilmek istenen küçültücü mânaya da eserlerinde işaret etmekten geri durmamışlardı. 1897 yılında bir ıngiliz seyyah şöyle yazıyordu:

«günümüzde türk ismi çok nadir olarak kullanılmaktadır. bu ismi yalnız iki şekilde kullanılırken duydum: ya bir ırkı ayırdedebilmek için (meselâ bir köyün türk köyü olup olmadığını soruyorsunuz) ya da hor görme için (meselâ ingilizcede birisine nasıl blockhead «beyinsiz» diye bağırılırsa türkler de «türkkafalı» tabirini kullanıyorlar).»

1908 yılında bir başka ingiliz, osmanlı imparatorluğumda türk’ün «türkçe konuşan müslüman» anlamına geldiğini belirtmektedir: «türkiye’de bir müslümana «türk müsün?» diye sorduğunuz zaman size muhtemelen «ben osmanlıyım» yahut da buna benzer bir cevap verecektir. bir osmanlı, eğer bir adam için «türktür» derse bu, o adamın köylü yahut kaba saba birisi olduğu anlamına gelir.»" (david kushner, türk milliyetçiliğinin doğuşu, kervan yayınları, 29-30)

*ziya gökalp - türkçülüğün esasları.*
savaştan savaşa türklerin kapısı çalınıyordu, diğer milletlere vergide ayrıcalıklar tanınıp zarar türklere yansıtılıyodu, bu durum da bir türkmen halk şiirinde böyle dile getirilmiş.

eyeri kaltak osmanlı,
şalvarı şaltak osmanlı.
ekmede yok biçmede yok,
yemede ortak osmanlı.

ermeniler ermeniyim, yahudiler yahudiyim, araplar arabım diyebilirken türklere türküm demek çok görülüp aman birliğimizi bozma, bizi ayırma deniliyordu.

Türk kelimesi bile yasaktı osmanlıda...

Başka neye kanıt istiyorsun diğer söylediğim herşey tüm tarihçiler tarih kitapları tarafından dahi kabul edilen şeyler?

Neye kanıt arıyorsun orta okul yada lise tarih kitabı mı koyayım buraya? Bu ülkede farklı görüşte olanlara her zaman tahammül var ama gördüğünü dahi kabul etmemek adına uğraşan gerizekalılık insanı çıldırtıyor. Fanatizm değil bu gerçekler gerçektir.

Yahu en çok kızdığımda yavuzdan selime kanuniye nerdeyse avrupanın tamamı orta doğuya kadar sınırlar genişletilmiş bir çok ülkeyle savaşılıp toprak kazanılmış. Ve bunları yapabilen bir ülkeye "çok hoşgörülüydü" diyebilmek cidden mantık dışı bir söylem.

Adam otururken şurayıda feth edeyim diyip ne kadar asker varsa yığmış işgalle savaşla alınan ülkelerdeki insanlar ellerinde beyaz flama bayraklarla dans ederek osmanlı hoş geldin hoş görü getirdin mi demiş olabilir. Çoğu kıyılmış baş üstünde baş at üstünde adam bırakılmamış. Esirler çocuksa yeniçeri olmak için ocaklara eli ayağı düzgün kadınlar cariye olmak için saraya alınmış. Yani holgörüşü olursan bunları yapamazsın. Gözü kara acımasız olman lazım. Başka türlü olmaz.

Osmanlı 7 düvele korku salmış dendiğinde nasıl böbürleniyorsan o korkunun hoş görüyle yapılamayacağı gerçeğinide biliyor olman lazım.
Konuya dahil oldum ve amacım kavga etmek değil ve kötü bir niyetim yok fakat Yeniçerileri örnek göstererek Osmanlı Devleti'nde hoşgörü yoktu demeniz ön yargı oluyor. Geçmiş zamanlarda birçok devlet, imparatorlukta askeri birlikler bulunuyordu ve hemen hemen aynı şartlar vardı, çünkü insanlar savaşmış, tanklarla, kimyasalla değil bizzat yüz yüze, savaş her iki taraf içinde yıkıcı olmuş. Ben bu konuda en çok savaşmaya mecbur kalan insanlar için üzülüyorum ama her devlet kendine toprak istiyordu hükmetmek istiyordu bu sadece Osmanlı İmparatorluğunda yoktu doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine her yerde vardı, bu yüzden günümüzle o zamanlar asla kıyaslanamaz. Ülkemizde çok sevilen "Avrupa Zihniyeti"ne göre de eskiden onlara göre siyahi insanlar köleydi. Köle tüccarlığı yaygın bir meslekti bu demek değil ki Avrupalı insanlar çok kötü, kısacası tarih boyunca soykırımlar, savaşlar, askeri birlikler hep görülmüş. Önemli olan artık önümüze bakıp tarihe çok bağlı kalmamak, şu an için yaşayıp şu anı geliştirmek. O zamana göre yargılamak ön yargı olur. Herkesin sevdiğine saygı duyup biraz anlayış göstersek her sorun düzelebilir. Keşke ülkemizdeki insanlar da bu zihniyeti yıkıp artık ileriye baksa, şu an olan olaylara çabalasa ama biz sürekli geçmişte kalıyor ve bir tarafı aşağılıyoruz. İnsanları ayrıştırıyoruz. Bunu yapmak yerine hem tarihimizi olduğu gibi iyisiyle kötüsüyle kabullenip hem de geleceğe odaklanabilsek işte o zaman gelişebiliriz. Ama maalesef bazı zihniyetler kalıplaşmış ve değişmiyor. Kendi insanımız A/B/C olarak bölünmüşüz. Hep birbirimizi ezip, birbirimizin sevdiği bir şeylere hakaret etmekle geçiriyoruz tüm ömrümüzü. Önemli olan o koskoca tarihimizi küçük hatalara sığdırmak değil, iyisiyle kötüsüyle geçmişten bahsetmek bence, böyle yapmazsak da konu hem çok uzar hem de birbirimize zarar veririz. Örneğin ben gerçekten Ulu Önder Atatürk'ü çok seviyorum ve her zaman örnek aldığım, gurur duyduğum bir lider, birçok şeyi ona borçluyuz ama bu demek değil ki onun yaptığı bir eylem (Şapka kanunu, bu konu bana her türlü savunmasıyla saçma geliyor. Kendi vizyonumuza sahip çıkabilirdik) yüzünden ondan nefret edeceğim, bu konuda da asla nefret etmem çünkü o zamanın koşullarını, şartlarını her zaman tam olarak bilemeyiz.

Ayasofya'ya gelince bence üzücü, çünkü dünyada eşi benzeri olmayan bir yapıt, 500 yıldır ayakta nice mimarlar tarafından da ayakta tutulmaya çalışılmış, hem Hristiyanlık hem de İslamın motiflerini barındırmış, bu topraklardan nelerin, kimlerin gelip geçtiğini gösteren bir şaheser, gurur verici bir yapıt. Umarım içindeki eserlere saygı duyulur ve zarar verilmez. Artık girene çıkana daha da dikkat etmeleri gerekecek, hemen ön yargılı davranıp mahvedecekler demek istemiyorum, sadece dikkat edilmesi gerektiğini umuyorum.
tam1geek yeniçeriyi örnek vermeyelim, cariyelerden bahsetmeyelim neyi örnek vercez. İişinize gelmeyen noktaları tarihten silemeyiz. Nerden konuscaz o zaman. İşte beklediğim yanıt ondan konusmayalım bundan konusmayalım. Kaynak istendi kaynak sunduk bir ton sadece yeniçerilere göre denmiş. Cidden hani tartışmaya değer görüyorum siz ama o değerde yanıt vercekseniz tartışalım yada kapatalım konuyu. Hayal dünyamıza göre davranalım. O zamanın koşulullarını bilemeyiz demişsin. Tarih bunun için var. Tarih o zamanın koşullarını ve yaşananlarını sana anlatmak için, öğren diye, ileride o zamanın koşullarını bilemeyiz deme diye var!

Tam olarak bil diye var... Eğitim güzel birşey.
vaderdan öğrenilecek çok şey varken bir şeyler dayatmaya çalışanları cipsimle izliyorum
Gözümde canlandı 1950'lerin DP partisi, tarih gerçekten tekerrürden ibaret... Güç kaybettiğini farkedince toplumu dinden yakalamaya çalışmak...
Herhangi bir şeyi silelim demedim, iyisiyle kötüsüyle konuşalım ama bunun için tartışmaya, kırmaya, saygısızlığa, ayrıştırmaya ve ön yargıya gerek yok, yazımda anlatmak istediğim bu düşünceydi fakat anlaşılan ya yarım okudunuz anlamadınız ya da benim o kadar berbat bir anlatımım var ki hem yazım yanlışımla, hem de bozuk cümlelerimle suçluyum. :) Kesinlikle eğitim şart.
Kanka için rahat olacaksa direkt soyut bir şeyden gireyim osmanlı tarihinde türklere “etrakı bi idrak”(idraksız aptal türkler) “na bekar“(başıboş) kelimeleriyle çok sık itham etmişlerdir fakat bu sadece türklere özel değildir bunlar sadece örnek tüm milletlere iğrenç sıfatlarla itham etmişlerdir tıpkı günümüzdeki gibi nasıl milleti çapulcu vatan haini çomar terörist diye ayırdılarsa o dönem de bu şekilde milletleri ayırmışlardır burada hoşgörüden bahsedilemez tam1geek
armancdgr bak ben de diyorum ki boyle boyle tarihte yapilan hatalari bulup gecmisimizden mi silelim, o zaman Göktürk zamanından da bir hata bulalım onlara da hakaretler edelim sayalım sövelim, Cumhuriyet döneminden de hatalar bulalım o zamandaki herkese her lidere hakaret edelim sayalim sovelim, bu mu istediginiz?

Kusura bakabilirsiniz ama benim bircok ingiliz tanidigim oldu hepsi kendi gecmisini oyle gururla anlatiyor ki sanki biz Afrika ulkelerinin ebesini belledik, kraliyetine laf kondurmuyor, prenses Diana'yi da baskasi oldurtmus gibi ama Turkiye Turkleri her kosulda gecmisinden birilerine salliyor, kimse Cumhuriyetteki yeniliklerle ovunmuyor, kimse Osmanlidaki mimariyi, sanati konusmuyor, kimse Gokturk zamanindaki kazanilan zaferlerden bahsetmiyor iste ben buna karsiyim yani bunu anlamak bu kadar zor degil be yazdiklarimdan! Kisacasi iki tarafta at gozlugu takmis etrafindan bihaber!
Öncelikle, kaynaklarla yazdığınız için teşekkür ederim. Ancak meselenin bağlamından saptırıldığını düşünüyorum. Türkçülükle ilgili bir sorunumuz yok, eğer etimolojik yönünü inceleyeceksek Orhun Abidelerine kadar gidiyor. Savaş güçleri üzerinden yani şiddet ile hoşgörünün uzlaştırılamayacağı da ortadadır. Benim Ayasofya meselesi üzerinden hoşgörü ile ifade etmeye çalıştığım şey, mabedin yıkılmaması, dönüştürülmesi üzerineydi. Fatih'in İstanbul'un fethi sonrası kutsala ve dini özgürlüğe olan hoşgörüsü için belki şu örnek de verilebilir: "Sultan Mehmed alayla şehre girdi ve Ayasofya'ya geldi. Atından inerek mabedin içine girdi. Ayasofya'nin içinde bulunan patrik ve halk padişahın ayaklarina kapanarak ağlaşmaya başladılar. Fatih Sultan Mehmed elleriyle susmalarını işaret etti. Ortalığı sukûnet kaplayınca patriğe: "Ayağa kalk! Ben Sultan Mehmed sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki bugünden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız"(Kayı II-Cihan Devleti: Osmanlı Tarihi/Ahmet Şimşirgil). Avrupalılar benzer bir tutum içinde olmuş mudur? Yakın zamanlarda biri İzlanda'da camide katliam yapmıştı. Silahının üzerinde pek çok şifre vardı. Bunlar, camiye ve tarihsel geçmişimize karşı olan düşüncelerini gösterebilir: https://hurriyet.com.tr/galeri-ye...1150983/1&

Savaş olmadan bir medeniyetin genişlemesi pek düşünülemez. Üzerinde yaşadığımız topraklarda olmayabilirdik. Düşmana gül atılacak değil, Yunan da denize döküldüyse yüzmek için keyfinden atlamadı ya.. Osmanlı da kendi savaş sistemini bu şekilde kurmuş. 3 kıtaya hükmetmiş. Doğal olarak amacı düşmanı mağlup etmek olmuş. Şunu da belirtmek gerekir. Osmanlı, farklı milletten, ırktan insanları tümden yok etmemiştir. Kendi içinde pek çok milletten insan yaşamıştır. Burada da hoşgörü vardır. Hatta vergi sistemi dahi düzenlenmiştir (https://dergipark.org.tr/en/downlo...le/907251& Irk bir realitedir, İslamiyet faziletin et, kan ve kemikten geldiğini reddetmektedir. Osmanlı'nın hayat nizamı da İslama dayalıdır.

Yabancı kaynaklardan alıntılar yapmışsınız. Onlar düşmanlarına methiyeler dizecek değil. Diğer yerli iki ismin düşünceleri zaten malum. Biraz tek taraflı tarihçilik anlayışı olarak algıladım.

Gelelim Ermeni meselesine. Bu konuyu ben yazmadım siz açtınız ama sadece şunu yazayım. İsterseniz kırım diyiniz isterseniz soykırım. Pek çok kez bu tartışmalar gündeme getirildi. Bazı ülkeler tanıdı bazıları tanımadı. (Ayrıca hukuksal olarak belgelenmiş soykırım olarak Avrupa'da bu günlerde Srebrenitsa Katliamı/Soykırımı da anılıyor. Ermeni meselesi üzerinde tam bir fikir birliği yok) Ben farklı düşüncelerden insanların görüşlerini önemserim. Bence şu düşünce önemli, Perinçek 2015 AİHM'de şunları söyledi: "Osmanlı Devleti, Ermeni yurttaşlarımıza karşı uygulamalarda Ermeni toplumunu toptan yok etme amacıyla hareket etmemiştir. Ermeni soykırımı iddiaları tabulaştırıldı. AVRUPADA TÜRKLERİ AŞAĞILAMANIN ARACI HALİNE GETİRİLDİ. Türkler ve Osmanlılar, bugün Avrupa'nın Kara Delilleridir." (Kaynak-'Ermeni Soykırım Yalanını Bitirdik':

Düşüncelerinize saygı duyuyorum. Sizden de benzer bir anlayışı bekliyorum. Konuyu daha fazla da uzatmak istemiyorum. İlgilileri de her düşünceden kaynakları araştırmaya davet ediyorum.
tam1geek kimsenin kimseye laf salladığı yok abi sen ne anlatıyorsun fatihin annesine mı sövdük kuyucu muradın karısına mı. cumhuriyet döneminde yapılan hatalarla ve doğrularla ilgili başlık aç onu da konuşuruz niye konuşmayalım. göktürk zamanından ne hata bulacaksın adamların iki üç tableti var zaten o da ülkende değil konuşabildiklerin kısıtlı zaten. ayrıyetten göktürk zamanından niye hata arayalım abi. osmanlı döneminden hata arayıp burada konuşalım diye mi tarih öğreniyoruz tarih böyle mi işliyor sanıyorsun. iki tarafta at gözlüğü takmış diyorsun hangi iki taraftan bahsediyorsun bu bir münazara yarışması mı. kim haklı kim haksız yarışması mı oynuyoruz burada
Siyaset dönüyo ama ben okuyamıyorum of ya
armancdgr çok fazla kışkırtıcı olmadan yazın lütfen tam1geek 'in demek istediği aslında tartışmamamız gerektiği haklıda bir konuda.

Ama insanlar göremiyor bazı şeyleri şeytan ayrıntıda gizlidir derler ya o hesap. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda neden "Ne Mutlu Türküm diyene..." sözünün üstünde duruldu örneğin. Yada neden Anayasanın ilk maddesi Türk Milletidir diye şekillendirildi.

O zamanlar Kürt sorunu falanda yok örneğin :) Osmanlının Türk kelimesine olan düşmanlının alt ediliş sembolüdür "Ne Mutlu Türküm diyene"

Artık özgürce Türk milletinindir bu topraklar demek. Neyse uzatmayacağım artık. Osmanlı Türkler için esaretin sembolüydü ve yıkıldı.
B42han Sith Sorcerer paylaştı!
Daha önce yapmıştık neden tekrar olmasın.
Ziku bu kitabı/yazarı/seriyi okumadan ölme dediği kitapları yazıyor.

kitap:sinekli bakkal
yazar:dan brown
seri:Sherlock Holmes
Gizlenen 18 yanıtı da gör! Çatlarsın yoksa...
kitap:hayvan çiftliği
yazar:george orwell
seri:breaking bad
Kitap: Sofinin Dünyası
Yazar: Burada bende dan brown demek isterim yinede mark twain'de olabilir.
Seri: Bak buradada Breaking bad demek lazım daha 5. sezonda olmama rağmen ama The Boys olabilir gayet tabi 1. sezon bende bıraktığı iznenim ile adamlar kendi amerikan rüyalarının içine kabız kakası gibi bırakmışlar dizide kendi sistemlerini yine kendileri eleştirebilmişler çok hoş bir dizi bu açıdan baktığınızda.
kitap: Kim Takar Salatalık Kral'ı
yazar: Stefan Zweig
seri: Band of Brothers
Kitap: Suç ve Ceza
Yazar: Isaac Asimov
Seri: Fringe
Kitap: Uçurtma Avcısı
Yazar: Sabahattin Ali
Seri: Before Üçlemesi
monte kristo
jack london
before iyidir ya
george orwell sevmiyorum butonu
kitap serisi kastediliyor kanımca film serisi değil. hem okumadan ölme diye bir şey olamaz. okurun okuma tarzı vardır, subjektiftir. herkesin tanışması zamanı özneldir. biri aynı öykünün hem dizisi hem kitabı varken tereddüt etmeden dizisini izlemeyi tercih ediyor artık. dizinin hem ışıkçısı var hem oyuncusu, hem makyözü, bir sürü bilmem nesi. ama kitapta bu görevlerin hepsini tek bir yazar yükleniyor. bu yoruyor insanı. bir de üstüne üstlük, hikayeyi istediği yerde durduruyor, araya giriyor, lafa karışıyor. hayal edebilen, düşünen, çaktırmadan kurgulayan beynin işleyişini bozuyor. doğrusu, şöyle bir öz eleştiri yaparsak eğer kimsenin hakkı yok kendi hayal gücünü dayatmaya. sen birini uzun boylu hayal ediyorsun. macera sürüyor. yazar onun kısa boyundan biraz geç bahsediyorsa, sende her şey tepe taklak oluyor. şimdi romanın doğasını mı tartışacağız, evet. bir yerde de bir sınır var yani. sınır şu, bir çok kişinin yemek yapmak da işine gelmiyor. ama iştah herkeste var. hiç olmazsa sınırı konuşalım. şöyle de bir ön kabulle başlayalım, sınırdan fazlasına göz dikiyoruz ve okuma alışkanlığına bir yemek kadar ihtiyaç atfetmek için ne yapmak lazım, gerçekçi olalım ve hiç olmazsa buna yoğunlaşalım. roman ya da hikaye ya da başka bir şey olsun. edebi herhangi bir tür. başka yere gelmek istiyorum. insanlar bilgiye, keyfe, hazza aracısız ulaşmak istiyor. son şekil kendi ellerinden çıksın istiyor. mesela..aracıları kaldırsak nasıl olur? yeni bir kitap formatı deneyelim. esas hedef çıkacak kitapların yazarsız olması olsun. yönetmen ekibiyle, bir hafta boyunca, çeşitli evlerde konaklasın, gündelik hayatları filme çeksin. böylece her çalışma son derece samimi bir karakterle olur. o evlerdeki insanların hayatına dair aklımıza ne detay geliyorsa artık.. artı aralarındaki diyaloglar da önemli. bunlardan bir kitap derlenebilir. her eve ayrı bir kitap. projenin uygulama alanı bu evler, bu insanlar. insanlardan yaratıcı olmamalarını, bizzat kendileri gibi hareket etmelerini isteyebiliriz. dram, macera, komedi, evler kendi kendine türlerini oluşturmaya başlar. işte bunu doğru yakalayabilecek, işini iyi yapabilecek, güçlü bir gözlemci yönetmen gerekiyor. ya da mektuplara dayalı bir kitaplar zinciri oluşturmayı planlayabiliriz. ilgi çekici mektuplardan kitap yapacağız. tabi o mektuplara konu olan bir çok mesele okuyucu tarafından anlaşılmayacak, iki kişilik bir tarihin üzerine bina edilen cümlelerin çoğu herhalde üçüncü kişiyi aydınlatma amacı gütmeden yazılır. bu sebeple mektuptan sonraki sayfaları yazarımız, mektuptan kendine göre ipuçları çıkararak yazacak. biz ise mektubun gerçek, hikayesinin hayal ürünü olduğunu baştan söyleyeceğiz. nereden bulacağız mektupları? şehrin bir kaç merkezi bölgesinde bir kaç farklı postacıyla anlaşabiliriz, adam bize düzenli mektup alışverişinin olduğu bazı evlerin adreslerini verir. gidip bizzat görüşürüz evlerle. izin koparabilirsek âlâ. başlarda bir kaç kitap böyle gideriz, sonra fikir tutar bakarsın, reklamını yapar, piyasaya logomuzu taşıyan küçük pullar süreriz. mektubunun yayımlanmasında sakınca görmeyenler, zarflara pullarımızdan yapıştırır. bir kaç büyük postahaneyle anlaşırız, aylık belirli bir para öder, oraya fotokopi makineleri koyarız. postahane çalışanları, ellerine projenin pullu mektupları geldiğinde bunların bir fotokopisini alıp, bir nüsha da bize yollar. bazı mektuplar hoşumuza mı gitti, sahiplerine telif öderiz. bu günler geçti artık. gün gelecek, insanlar hiç kitap okumadan koca bir ömrü devirecek. geldi, en çok okuyan, bilen, eden dahi hadi es kaza ayda bir kaç defa gördü mü kitap yüzü, kibre geçidi borç bilecek. sorun bende değil, bu bir zincir. ilk halkasını bir kusur olarak insanımda değil, belki bir savaşa son rötüşü yapan mitralyözde aramak lazım.
Kitap: 1776
Yazar: Anne Frank
Kitap Serisi: Outlander yada The Darktower
Trevanian tüm kitaplarını okuyun.Özellikle Şibumi yi okumadan ölmeyin.
@yehosua Bence filmler ve diziler hayal etme işini senden alıp o içeriğin oyuncusuna yönetmenine devrediyor. Sana hayal etme fırsatı kalmıyor. Hatta aynı rolü farklı oyuncular kendi bakış açılarına göre yorumlayıp izleyicinin farklı pencerelerden bakmasını bile sağlayabiliyor. Ha kitaplar farklı mı bence değil. Kitaplar da yazarın kalemiyle sana hissetmen gereken duyguları dikte ediyor. Yanlış anlamadıysam aracısızdan kastın olduğu gibi, yorum katılmadan her bir ayrıntı kaçırılmadan aktarma biçimi. Aklıma şey geldi. Sosyal medyada bazı elbiseleri gösteriyolardı. Renginin ne olduğu hakkında insanlar ikiye bölünüyordu. Belki en "aracısız" bir şekilde eseri gösterme biçimi olarak gözükse de işin içine insanın duyuları devreye giriyor. Kameranın açısıdır markasıdır vs onları saymazsak tabi :) Ev veya mektup örneğindeki gibi bir durumda da dram yada macera evinde onu bize sunan yönetmenin gözlem yeteneği mükemmel olsa bile, bize göstereceği içerikte nerelerin mutlaka gösterilmesi gerektiğini, nerelerin önemsiz olduğunu tespit etmesi için olayları tamamiyle içselleştirmesi gerekir. Yönetmenin geçmişte bu evde geçen olayların aynısını yaşasa bile tamamen içselleştiremez. Bir bebeğin eline iğne batmasıyla hissedeceği acının aynı iğnenin yetişkin birinin parmağına şiddeti aynı olacak şekilde batmasıyla hissedecekleri farklıdır. Yaş farkını da geçtim aynı olaylara karşı hissettiklerimiz de farklıdır. Kimisi kafasına takmayacak kadar umursamazken kimisi intihar etme noktasına bile gelebilir. İnsanın doğası gereği hiç bir eser tabir yerindeyse el değmemiş saf haliyle anlatılamaz. Olursa da insan elinden değil yapay zekanın elinden çıkar belki.
NachosHL kanka sen sevdiğin kısımları de sevmediğim kısımlaer aklıma gelir
@yehosua soluksuz okudum baya iyiydi
Kitap: İçimizdeki şeytan(Ruh adam da olabilir çok zor seçim yapmak :) )
Yazar: Oğuz atay (burada da seçim yapmak zorluyor
:unamused:)
Seri: Da Vinci's Demons
@yehosua harikulade bir yazı elinize sağlık
@Kylo Ren diyelim biri sürekli elinde ses dinleme cihazıyla dolaşıyor. vapura, minibüse, otobüse, dolmuşa biniyor, kitabını yapacak tüm malzemeyi birebir hayattan alıyor ama bir dikizci zihniyetiyle yaklaşmıyor insanlara. sadece isteyeni dahil eden hikaye halkaları oluşturuyor. cihaz kuruyemişçileri, beyaz eşya dükkanlarını dolaşıyor, liselere konuk oluyor ve duyduklarını kaydedip yazıya döküyor. yani yazanı yok, aktarıcısı var. bunun için de gerçi yazar gerekiyor. gelişi güzel toplanmış bir şeyi kim derleyip kitap haline getirecek, vasıfsız bir redaktör ne ölçüde verimli olur, işte o zaman lektörü olur, onlar da yazar mı sayılır. en açık fikirlerin sularında gezen korsan gemilerini göndermeyin hemen. bu mantıkla fotoğrafçılar da yazar oluyor. ana malzememiz kitap. başarılı kitapların favori pasajlarını alıp fotoğraflaştıralım mesela. bu yorumun yorumu olur. zeminde bir yorum var bir kere, yazar. fotoğrafçı arada duruyor, karbon kağıdı olarak. şu yazıya şöyle bir görsellik gider diyor, sanatını onun üzerine inşa ediyor. biz de kitabı yayımlayıp, arkasından kataloğu basarsak, bu tam tersi fotoğraflardan kitap çıkarmak gibi. fotoğraftan kitap çıkınca yorumdan yorum doğmuş olmuyor mu. fark var. dil, tekeline aldığı bir yakalayışla yorumlar, yeni yorumlara başka kapılar zor açar. kalabalıktır dil. temayı ayrıntılarıyla konuşturur. zamanı vardır bunun için ama fotoğraf o anlık bir şey. yakalar, bırakır, planı yoktur ayrıntılarının, tamamen tesadüfi. biri ayrıntıları toplayıp konuşuyorsa, diğeri bir anda toplanmış ayrıntılar üzerinden konuşuyor. bir şeyin, bir anda ele geçirilmiş olması onu değersiz mi kılar. fotoğrafın üzerine sen istediğini kurabilirsin. fırsat bol. fotoğrafçıyı yazıyla sınırlandırmak kolay. evet, çünkü yazılar arkasından geleni mutlaka taklide hapseder ama o işi öyle yapmasa da, fotoğraflar üzerinden bir edebiyat yapsa yazıya fotoğrafla sınır çekmenin ucu açık olur ve bu kadar açık bir alanda yazarın bu kadar geniş bir hareket kabiliyeti varken şimdi görüntüden algıyı, yazarsız nasıl çıkaracağız. fotoğrafta ne görüyoruz soru bu. son derece objektif. şunu, bunu, onu. cevap da bu mu, bu kadar mı. veriler ne kadar net olursa, cevaplar o derece göreceli olur. öykülerin yazılmaması ama parçalarının en saf haliyle aktarılması çeşit doğurur. böylece o kitapta herkes kendine göre bir şeyler bulur. aksi takdirde verilere dair bir görece olduğunda, cevaplar bu kadar net olmaz orjinalliği baz alarak bir kıyas yaparız o örnekle, fotoğraftan kitap çıkarma benzetmesiyle. kimse fotoğraf demedi. sadece fotoğraf gibi bir gerçeklikten bahsedildi. yorumun yorumu. demek ki yazar da yorum içinde. bir şeye dokundu, ona kendi şeklini verdi. yazar neyi yorumluyor. herhalde yani yazar da hepten yaratmıyor. yaşıyoruz, şekiller öğreniyor, şekiller topluyor, yenilerini kuruyoruz. işte bu kurma işini şimdi yazar değil, okuyucu yapsa. burada harcanan emek, kuklanın iplerine benziyor. onun bir kukla olarak değerinin anlaşılması için, karşı taraftan da en az kendi cinsinden bir emek daha istiyor. okuyucunun kalitesine değiniyorum. öyle bir şey ki aslında, karanlığa sarkıtılmış bir kukla gibi dersin ki mesela, şu ipi çektiğinde kolu kalkıyor, şu ipi çektiğinde bacağı kalkıyor. iplerin ve sen öyle bütünleşmişsiniz ki, parmakların sanki o iplerin doğal bir uzantısı haline gelmiş. iplerin aklı ellerindir. senin maharetin ipler. o kuklayla sen oyna diye ustanın mahareti de tahtaydı bir zamanlar. kaliteli okuyucu bulamıyorsak eğer, kaliteyi düşürmeden kalitesizi seçeni çağırmanın başka yolu var mı? işte bir yol, harikulade. her şey çift taraflı. her şey çift kapılı olmalı. sadece sürecin nasıl işleyeceğini idrak edemiyoruz. bu bir yazarsa eğer, bu yazarın hangi yazıların sahibi olduğu önemli. şimdi kitapların iç kapaklarında boy fotoğrafı, dış kapaklarında vesikalıklarla uğraşıyoruz, görünme çağı. görünmeye doyamıyorlar. görünmeyince varoluşlarını gerçekleştiremiyorlar. bir sahne göz açıp kapanmadan siliniyor, doyuramadıkları hevesleriyle baş başa kalıyorlar. popülarite kolay. bir aşk öyküsü ele alacaksan merkezine yatak koyacak, bodoslama girişeceksin anlatmaya. sonra torpido gözünü açıp, milletin tarihini kulaktan dolma bilgilerle kurcalayacak, tarafsızlık görüntüsünün cazibesine kapılmaktan sırf, taraf olacaksın yavşakça, çarpıtacaksın konuyu, indirteceksin camları, bu daha yenisi, büyüt tekerini, ününe ün kat, bencillik öğretileri kur, döktür kişisel gelişimi, meşhur ol. yazarsız olsun demedim, dayatmasız olsun. insanoğlu için aslında dayatma, tene değen bir ufacık kara sinek bile yepyeni çağrışım kapıları açmaya muktedirken, telafisiz bir kainatla çevrelemektir ruhu. sadece bir insan aklıyla sınırlı bir yaratım. bilinçaltı tehlikeli yerdir oysa. hem o irade de senin görünür, değildir. ayıklama zamanı geldiğinde, sen de zorlanırsın. bu kitabı ben yazdım demek bir yük ise, bir gurur, zamanı gelince bundan mı ayıklanırsın, yoksa yazdım ben ve farkında olmadan da galiba yaptırdım zulmünden mi. parmakların kıvrımları, kolların uzunluğu. bir usta, kuklanın bacaklarındaki çivilerin yerini belirlerken, o bacaklara el kadar bir pantolon kumaşı keserken, ne kadar hür olabildi? öyle ya, kuklanın mekanizması karakterinden daha önemli. tecrübelerimize tasarımın gizli melekesi matematiği de ekliyoruz. o istikrarlı pusulaya da ustamızdan öncekilerin tecrübesiydi diyoruz. bir yerden sonra her an şunu kabul etmek zorunda kalabiliriz, bazen ne kadar çabalasak da bir halta yaramaz ki bu, şu anda durduğumuz nokta. artık o karanlık, takdirin dışındadır. kimse izlemiyorsa kuklanı artık. hazır ellerinde tahtadan yumuşak, kıvrak bir uyum varken, yakaladığın kaliteyi beklemeye alıp, gerisini seyredeceksin. bu nasıl bir teslimiyet. gerisini bu sefer başka bir kabiliyetin yakalayışına devredeceksin. gözlere. herkese lazım onlar. oyuncağa dokunan her bir komutun bir adım sonrasında onu var edecek olan şeyler bunlar. sıra o ipleri kuklaya döndüren gözlere gelecek. iplerin sana ait bir emekten geçip, okuyucuya dolanması için onun da karanlıktan tutunup çıkacağı bir ip aramayı istemesi gerekli.
@yehosua Verdiğiniz örnekler çok güzel. Elinize sağlık. Günümüzün kuklası demeyeyim ama o yolda ilerleyen şey bize seçim yapmamıza fırsat veren oyunlardır belki.
Kitap: Sadece Şeyma

Yazar: Şeyma Subaşı

Seri: Sen on yedi yaşımsın.
Sadece şeymanın yazarı şeyma subaşı değil lol aliannac27
delininbiri Dominos pizzaymış özür dilerim.. :)
bakikblk Sith Sorcerer » @senate
lan müşteriyi daireye götürürken babanı buldum
salsana babamı lordum
bakikblk Sith Sorcerer » @senate
yala stormtrooper durmadan yala
It's treason then.
Yukarı