Görece uzun sayılacak bir izleme süresinde, dev gibi başarılara ve görkemli bir çöküşe sahip Napoleon’un hayatı biraz dengesiz sayılabilecek şekilde beyaz perdeye aktarılmış. Yükselişinin anlatıldığı kısımlar biraz daha üstünkörü geçilmiş diyebilirim. İtalya, Avusturya, Prusya gibi milletlerin topraklarında büyük fetihler gerçekleştirip İtalya’nın topraklarında Fransız egemenliğini büyük ölçüde sağlamlaştırdığı sıralar biz muhtemelen daha iç hususlarını izlemek durumunda kaldık. Bu kısımlar da aslında filmi bi savaş filmi kategorisinden saptıran naçizane noktalar barındırıyor. Napolyon’un üst kesim, asiller gibi güruhlar tarafından kabul görmeyişi, Korsika’lı Haydut denmesi; buna ek olarak Josephine’e olan aşırı bağlılığı ile Napolyon’un asker ve yönetici kimliğindense insan kimliğini bize sunuyor. En başta belirttiğim dengesizliğe dönersem, bazı olaylar doğru zamanlarda doğru uzunlukta sunulmuyor bence. Rusya’nın işgali ve Rusya’dan dönüş kısımları biraz üstünkörü geçilmiş diyebilirim. İlk sürgün sonrası Fransa’ya ilk ayak bastığı ilk gün direkt kendisine ordu kurmuş gibi lanse edilmiş. Filmin aktaramadığı yerlerde izleyiciyi bilgilendirmek için yazılar karşımıza çıkarken bazı alanların da altı hiç doldurulmamış gibi. Anlatının dışında prodüksiyon dizaynı konusunda çok tatmin edici bir iş çıkarılmış. Savaş ve sefer esnalarında bize aktarılan sahnelerin bazılarında Napolyon öznesinde çizilen resim ve portreleri beyaz perdeye taşımışlar. Temelde izlenmesi keyifli bir film tabi ki, ama yine de Napolyon’u hakkında detaylı bilgilere sahip olmayanların dış kaynaklarla filmin altını doldurması daha etkili bir izleyiş sunar.