FİLM OKUMA 101
Nabokov der ki, “Biz bir sanat eserine ne anlamlar yüklersek yükleyelim, istersek onu parça parça inceleyelim, mutlaka “Eee adamın biri böceğe dönüşmüş ne yapalım yani” diyenler çıkacaktır. Seyircinin çabasına hiç yer vermeyen, yalnızca zaman geçirten filmlere alışkın insanlar için sanat filmleri anlamsızdır. Ancak onları incelemek zahmetine giren herkes, biraz da tecrübeyle bunu başarabilir. Yorumlarım tamamen bana aittir, özneldir. SPOILER kavramını bir günah olarak algılayan kimseler yorumun bundan sonrasını okumayabilir. Ancak filmlerden tam anlamıyla bir lezzet almak isteyenler, filmleri okuyarak izlemekten zevk duyar, üstelik olanlarla değil gelişme evreleriyle ilgilenirler. Ayrıca unutmayalım birkaç saat süren bir girdi havuzunu yorumlarken ne söylersek yarım kalır.
Sinematografi ya da sinema okur-yazarlığıyla alakalı bir eğitimim yok, yorumlarım uzman görüşü değil, sanatçı bakışıdır. Oscar Wilde’dan da bir alıntı yaparak incelemeye başlıyorum ki bu görüşün de hakkını vererek, ne yaptığımızı bilerek ilerleyelim: “Edebiyat da, diğer tüm sanatlar gibi, hamallıktır.”
Açılış sahnesi tam Emin Alper’e yaraşır tarzdadır. Çocuk sarp kayalıklardan geçer ve ağlamaktadır, yani zorluklar çıkacaktır karşısına ve üzülecektir, biliriz. Ancak sonra Güneş vurur ulaştıkları vadiye. Nefes kesici dağlar vardır karşılarında, manzara enfestir, ve bir düzlüğe varılmıştır, huzurun olduğu hatta zamanın olmadığı bir yer karşılar bizi; yani zorluklardan sonra güzel günler vardır, bunun mesajını alırız. Hatta çocuğun yüz ifadesinde çok belli bir rahatlama vardır.
Toplamda üç tane araba gezintisi izleriz. Havva’nın gelişi, Nurhan’ın gelişi, son olarak Necati’nin dönmemek üzere gidişidir. Yalnızca Havva’nın gelişinde kadraj arabanın önünü gösterir bize. Yani Havva’nın geleceği vardır henüz önünde, Necati’nin ve Nurhan’ınsa geçmişleri ön plandadır. Hikaye bize bunlara odaklanın demektedir. Ki, sonda Havva Necati’yi bekler ama beklediği Godot mudur, Necati onu almaya gerçekten gelir mi bilmeyiz. Sadece Havva’nın bir geleceği vardır ve bu gelecekte, her gelecekte olduğu kadarından en azından, bir umut vardır. Bu gelişler hakkındaki bir diğer ayrıntıysa Nurhan’ın gelişindeki şarkının filmin kapanışında yeniden kullanılacağıdır. Yani kıskançlık ve kaçış isteminin en şiddetle vücut bulduğu bedenin gelişi aslında tüm olayları ateşleyecek bir kıvılcımdır. Hitchcock’tan beri Türk yönetmenlerin epey sevdiği bir olgu haline dönüşmüş, önemsiz rollerde oynama alışkanlıklarına da bir göz kırparak eşkıyalardan biri olarak karşımıza çıkıyor Emin Alper. Ancak festival kategorisinde Fatih Akın, Zeki Demirkubuz gibi büyük isimlere kıyaslandığında aralarında tartışmasız en iyi oyuncu olduğunu, karaktere bir anlam katabildiğini söylemek zorundayız. Gişeden başka umudu olmayan filmlerde bile müzik seçiminin çok önem kazandığı bir sanat olan sinemanın da kendi içinde sanat yapanları tarafından müziğe büyük bir anlam yüklendiği tartışmasızdır. Bu konuda mesela Tarantino’nun şarkı telifleri için film bütçesini bile hiçe saydığı örnekleri araştırabilirsiniz. Konuya dönelim.
Üç kız da, kardeşleri zamanında şehre gönderilmiş bir anne tarafından büyütülünce, yaygın bir -kendi başaramayınca çocuklarım başarsın mantığı ve- varoluşsal aktarımla kızlarını şehre göndermeye kendini adar. Şevket bu aktarımın vekilidir daima, çünkü alıştığımız erkek imajından uzaktır biraz; kendi tiranlığını yürütmeye çalışmaktansa karısı tarafından bununla görevlendirilmiş gibidir. Hatta karısının onu aşağıladığı sözleri döne dolaşa tekrarlamaktan geri durmaz bile. Ailesi için sevgisi, erkeklik böbürlenmelerinden uzak ve çabacıdır. Bu karaktere benzerliğiyle karşımıza çıkan bir diğeri de Necati’dir. Neriman diye bir dış güçten bahseder daima ancak, Neriman’ın ona karşı baskınlığının, Şevket vakasından farklı bir sebebi vardır ki birazdan değineceğim.
Evden ilk çıkan Reyhan, kendi ağzıyla anlatır ve bize çok açık deliller verir ki hizmetçi-besleme olarak verildiği evde, Şevket’le birlikte olmuş ve Neriman’a yakalanmıştır. “…kendimi hanım sandım, yetmedi o evin hanımı sandım.” Bakılmayan, ve hatta başta terk ettiği bebeğin şimdi kucağında olmasından da diyebiliriz ki bebeği Gökhan da hatta Şevket’in çocuğudur. Eczacı kalfa, hikayenin gerçeğini gizlemek için uydurulmuş bir karakter olmalıdır ki hamilelik sonrası kaçmış olduğu Nurhan tarafından anlatılsa da ortaya yine çıkmıştır. Taşrada böyle bir davranışın hiç hoş karşılanmayacağı da kesindir. Üstüne üstlük, Şevket ağaç dibine işerken aniden ortaya çıkan Veysel, dedikodulardan bahsetmeye başladığı anda korku güdümlü bir öfke patlaması sarar Şevket’i. Acaba hangi dedikodudan bahsedileceğinden korkmuştur.
Reyhan kasaba hayatında gördükleriyle taşrada bir hayatın bulunmadığını fark etmiş, ancak bebeği olduktan sonra tüm bu güzelliklere yüzünü bir anlamda dönmüştür, ya da yüzü birileri tarafından çevrilmiştir de diyebiliriz. Ancak tüm bunları Havva’ya anlatırken sonsuz oranda çarpıtır, gözlerini kaçırır. Havva’nın cinsel istismara uğradığına olan ani şüphesinin temeli, Reyhan’ın kafasında bulunan cinsel ögeler yoğunluğudur ki böyle bir istismar için elimizde bir veri yoktur. Rüyanın mantıklı ve çağdaş tabiri bize yalnızca sağlıkla gelişen ve yavaş yavaş ergenliğe eren bir beynin ipuçlarını verir, çocuk gelişimi üzerine akademik dersler almış birisi olarak konuşuyorum. Havva’nın evinde yaşananların incelenmesi pek mümkün değildir.
Filmin en çarpıtıcı ve ağzımı açık bırakan bol göndermeli sahnesi yayığın hazırlanması ve kaba koyulmasına kadar olan kısımdır. Çünkü, Reyhan kocasından iğrenen bir yapıdadır, her fırsatta bildirilir bu bize. Buna rağmen, Şevket’le uyandığını tahmin etmemiz için çokça sebebimiz olduğu cinsel dürtüleri, Nurhan’la yayık yaydıkları sırada ortaya çıkar. Yayığın bir tarafında bir kız kardeş, diğerinde öbürü vardır. Karşılıklı bir gidip gelme söz konusudur, ve tıpkı bir seks sahnesi gibi konu(ön sevişme) önce yavaş yavaş açılır, daha açık konuşulmaya başlanır(penetrasyon) ve susulup en sertleşerek ileri geri gidildiği anda nefesler hızlanır ve aniden yükselerek dururuz(boşalma). Böylece cinsel olarak yükseldiğini anladığımız Reyhan yolda kocasına rastlar. Ancak kocasının kendinde olmadığını anladığı anda, zevkine göre kullanabileceği etten bir dildo bulmuş gibidir. Kocasını kullanır bir haldedir. Öyle bir kullanmadır ki bu, adamın ağzını açıp konuşması bile onu gerçeklere çevirip, kendi ihtiyacına olan odağından ayıracağı içir eliyle susturur onu. Ve sonradan göreceğiz ki, adamın içine gelmesinden duyduğu tiksintiyle, aslında yeni bir çocuğa sebep olacaktır. Çünkü geceleri birlikte olamadıklarını görmüştük. Bu mükemmel ve görülmemiş metaforun final yaptığı ve kendini taçlandırdığı sahne ise, Reyhan’ın eve dönüp yayığın başına yeniden geçmesi olur. Yayığa, sekse ve yaşamaya dair umutlarını az önce iyice yüklemişti, yayık da ödül olarak ona haberi bile olmadığı, başlangıçta kendisi de beyaza çalan renkte az önce içine bırakılan yeni bir boşalmayı sunar, yani kovaya ayran boşaltılır. Umarım ayran içebilirsiniz bundan sonra da.
Nurhan’ın garip bir alışkanlığı vardır, yalnızca bir kez Reyhan buna “evi kemirmek” der. Bize deli olarak yansıtılan, aslında hiçbir zararı görülmeyen Hatice’yle zaman zaman paylaşır bu toprakları. Evi kemirmek imgesi de, istekleri ve arayışlarıyla aslında en büyük zararı kendilerine veren bu insanların kendi evlerini yavaş yavaş kemirdiklerine bir işarettir diyebiliriz. En hırçın olan herkese karşı çıkabilen ve zamanı gelince de bundan kaçan Nurhan’ın başka ilginç bir de yanı vardır. Film boyunca öksürür, sebebini bilmeyiz ama yatağa düşer. Evden çıktığı bir anda yıkılmış madenin kalıntılarını toplayan işçilere umutla baktığını görürüz. Onun umudu işçi bir erkeğin varlığı mıdır, yoksa köyün bir zamanlar umudu haline gelmiş maden, yani yeni bir umudun aslında kendisi midir, kesin değil. Bildiğimiz tek şey, yıllarca bu umudun peşinde koşmuş, yaşlı bir madenci gibi öksürmesidir Nurhan’ın!
Diğer bir önemli karakter Veysel. Fark edilmesi zor bir diğer girdi de bize söyler ki, Veysel tam bir kaçış düşkünüdür. Babasının intiharını yaşamıştır, babası gibi metafizik korkulara sahiptir. Babasının kendini astığı ağaçta aynı sonu kendisi için de tasarlaması sonudur. Maden, köyün umudu, babasının büyük bir korkusu haline gelmiştir. Metafizik varlıklar olduğuna inanır orada, çünkü bu tip bir umut korkutucudur onun için. Bu umudu en iyisi, şehir hayatına yani bilinmeyen ne varsa’ya atfetmemiz. Film her fırsatta bize gösterir ki, umut hep çökmüş, hep başa dönülmüş, maden yıkılmıştır. Ama hala oradan kömür araklayanlar, umut arayan Nurhanlar vardır elimizde. Bir başka akla yatkın iddiamız da bize gösteriyor ki, Veysel babasından şizofreniye yatkın bir gen de devralmış olabilir. Dağda otururken eşkıya olduklarını anlayacağımız bireylerle karşılaşmadan önce bazı sesler duyar kayalıklardan gelen, dua ederek rahatlamaya çalışır. Veysel kucağı bebekli Reyhan’la evlendirilmiştir. Veysel bebeği ne sever, ne de kendini bir erkek gibi kabul ettirebilir kimseye. Şevket’le konuşurken hem kendini onunla kıyaslamakta hem de saygı duymaktadır kasabayı, yani üstünlüğü temsil eden asıl insansıya.
Bir intiharı da ancak bir deli karşılarsa, intiharın etkisi müthiş azalabilir, intiharının bile önemi olmaz Veysel’in. Ancak her şeye rağmen, arayışlarla bile işi olmayan tek kişi, Deli Hatice kendi kendine mutludur tüm filmde.