Kaydol
Giriş

lithiumraw

Yiğit Baygut
Commander
İzmir
Temmuz 2024
Henüz bize kendisinden bahsetmemiş...
En son medyalar tümü
Takip ettikleri tümü
Takipçileri tümü
Bağlantıları
İstatistikler
Diziler detay
T. Süre
T. Bölüm
464 / 507
Filmler
T. Süre
2g 15sa
T. Film
33 / 58
 
Beğendiği gönderiler
guitarinheart Admiral kendi profilinde paylaştı!
Pili Bitmiş Kumanda

Bir zamanlar, bir uzaktan kumandam vardı. Aslında hâlâ var ama... artık çalıştığını söylemek güç.

Küçük, plastik bir tabut gibi yatıyor sehpanın üzerinde. Tüm tuşları bir dönem görev bilinciyle parlamış; şimdi soluk, silinmiş, bazıları kabarmış. En çok "ses açma" ve "kanal değiştirme" düğmeleri yıpranmış. Belki de o düğmelere dokunuldukça kendi kimliğini bulduğunu sanıyordu.

Dün gece onunla göz göze geldik. Tuşlarının birinde bir titreşim hissettim, sanki “Ben hâlâ buradayım” der gibiydi. Elime aldım, bir an için işe yarayacağını düşündüm. Ama hayır. Tuşlara bastım, televizyon kıpırdamadı bile. O ise bana baktı. Gerçekten, bana baktı.

Ve o an bir şey fark ettim.

O artık sadece bir kumanda değil. İşlevini yitirmiş bir bedenin içine sıkışmış bir bilinç. Zamanında her tuşla hükmeden bir imparator, şimdi güçsüz bir ihtiyar.

Kumandayı yerine koydum. O hâlâ orada, kanepenin köşesinde sessizce yatıyor. Hiçbir işe yaramıyor belki ama bir şey biliyorum: O, artık sadece televizyonu değil, beni de kontrol etmeye çalışıyor.
çok hüzünlendim en son alex fenerden gittiğinde bu kadar üzülmüştüm.........
guitarinheart Admiral kendi profilinde paylaştı!
Artık Temizlemek İstemeyen Sabun

Bugün banyoda yere düşürdüğüm sabunu almak için eğildiğimde, onun bana bakıp iç geçirdiğini hissettim sanki. Belki de yıllardır öylece eriyip yok olmayı beklemenin verdiği o kadim yorgunlukla iç çekmiştir gerçekten… Ya da belki sadece kaygan olmaktan bıkmıştır, kim bilir.

“Elimden hep kayıyorsun,” dedim ona.
“Sen de benden...” der gibi sustu.

Çocukken sabunlar daha büyük gelirdi gözüme, şimdi mi küçüldüler yoksa biz mi büyüdük bilmiyorum. Belki de sadece ellerimiz alıştı hayatı tutmaya… ya da kayıp gitmesini izlemeye.

Bu sabunlar sanki her düşüşünde bir şey söylüyor. Özellikle benimki, bu kez yere düşerken öyle bir ses çıkardı ki, sanki “Ben artık temizlemek istemiyorum” diyordu.

Banyoda sabunla göz göze gelmek garip bir yalnızlık. Üstünde yazan marka silinmiş, köşeleri yuvarlanmış… bir zamanlar keskin olan hatları bile yok olmuş. Tıpkı… boş ver.

Kendine ait bir koku bile kalmamıştı. Ne lavanta, ne zeytinyağı, sadece “geçmiş” gibi kokuyordu.

Yarın yeni bir sabun açacağım. Ama bu son kalan parçayı atabilecek miyim, bilmiyorum. Belki de bir kutunun içinde, diğer kaybolan küçük şeylerle birlikte yaşar artık: tek kalan çoraplar, eski düğmeler, ve bir zamanlar sevdiğimi sandığım bir not kâğıdıyla.
guitarinheart Admiral kendi profilinde paylaştı!
Zamanın Posta Kutusu

Bugün, oturduğum bankın tam karşısında küçük bir posta kutusu gördüm. Öylece duruyordu. Kırmızıydı ama artık paslanmaya başlamış. Üstünde kargacık burgacık yazılmış bir etiket vardı: “Yalnızca unutulan mektuplar.”

İlk başta önemsemedim. Ama bir süre sonra gözüm sürekli ona takılmaya başladı. Sanki o kutu da beni izliyordu. Bir ara, yanımdan geçen yaşlı bir adam durdu, ceketinin iç cebinden sararmış bir zarf çıkardı ve içine attı. Sonra hiçbir şey demeden yürümeye devam etti. O mektubun düştüğü an çıkan ses… hâlâ aklımda.

Dayanamadım. Kalkıp kutunun yanına gittim. Ağzı kapalıydı ama kilidi yoktu. Hafifçe araladım kapağını. İçinden... kokular çıktı. Toz, mürekkep, yağmur... ve bir garip tanıdıklık. İçeride yüzlerce mektup vardı. Bazılarının üstünde isim yoktu. Bazılarının üzerinde hiç dil yoktu.

O an fark ettim. Bu kutu, zamanın posta kutusuydu. İnsanların söyleyemediği şeyleri, yazıp da asla göndermediği satırları, kaybolan dilleri, bırakılmış hisleri saklıyordu. Ve galiba beni çağırıyordu.

Eve geldim. Yazmaya başladım. Kime yazdığımı bilmiyorum. Ama yazıyorum. Ve bir gün... onu da götürüp o kutuya atacağım.

Belki de o kutu, hepimizin içinde bir yerlerde...
guitarinheart Admiral kendi profilinde paylaştı!
Dün sabah pencerenin kenarında bir çay poşetiyle göz göze geldim.

Yalnızdı. Henüz suya değmemişti ama ıslanmış gibi görünüyordu. Güneş ışığıyla yarı saydam hale gelmiş kâğıdının içinden, tanımlayamadığım bir hüzün süzülüyordu. Sanki demliğe girmeye hazır değilmiş de, yine de kaçamayacağını biliyormuş gibi.

Bir şey demedi. Ama yüzündeki ifadeyi hani şu ipi tutan etiketi hafifçe yana düşmüştü ya tam da orada gördüm: “Ben zaten çoktan demlendim,” diyordu.

O an düşündüm… Bizler de bazen suya değmeden yorgun düşmüyor muyuz? Bazen demlenmeden bayatlamıyor muyuz? Belki de çay poşetlerinin kaderinde de bizimkine benzeyen bir şeyler vardır.

Ona sordum:

“İçine hiç sıcaklık girmeden geçip gitmek nasıl bir his?”

Bir süre sustu. Sonra etiketi hafifçe kıpırdadı. Belki de rüzgâr yaptı. Ama ben şöyle duyduğuma yemin edebilirim:

“Islanmamak, yanmamaktan daha acı.”

Bir daha pencereye oturmadım o sabah. Çay da demlemedim. Çünkü bazı sabahlar, hiçbir şeyi demlememek, her şeyi demlemekten daha anlamlı geliyor.
guitarinheart Admiral kendi profilinde paylaştı!
Bir gün, bir ceketin sol iç cebinden sessizce yere düşen küçük bir düğme vardı. Kimse onun düştüğünü fark etmedi. Zaten kimse hiçbir şeyi fark etmiyordu artık.
Düğme, yerde, tozların arasında uzun bir süre kaldı. Önce bunu bir geçiş dönemi sandı. “Elbet biri beni alır,” diye düşündü. “Belki de bu sadece bir testtir.”

Geçmedi.
Kimse gelmedi.
Aylarca.

Sonunda düğme isyan etmeye karar verdi. Ama nasıl? O bir düğmeydi. Ne sesi vardı ne de ayakları. Tek yapabildiği, hafifçe yuvarlanmaktı — ve bunu da oldukça kötü yapıyordu.
Bir gün hafif bir esintiyle birkaç santim ilerledi. Duvardaki örümcek ağına takıldı.
Örümcek ona baktı.

“Burada ne yapıyorsun?” diye sordu örümcek.

“Varoluşumu kanıtlamaya çalışıyorum,” dedi düğme.

Örümcek güldü.
“Kanıta ihtiyacın olduğunu düşünüyorsan, zaten yok olmuşsun demektir.”

Düğme, bu cevabı bir süre düşündü. Sonra vazgeçti.
Düşünmek ağır geliyordu. Yuvarlanmak da yorucuydu. En iyisi olduğun yerde paslanmaktı.
Çünkü bazen en büyük başkaldırı, hiçbir şey yapmamaktır.

Düğme gözlerini kapattı — eğer düğmelerin gözleri olsaydı — ve sonsuz bir boşlukta kayboldu.

Biri onu bulduğunda, artık bir düğme değil, sadece küçük, anlamsız bir leke olmuştu.

Ve belki de ilk kez gerçekten özgürdü.
Yukarı