Uyarı: Ufak çaplı spoiler içerebilir. İçermeyebilir de.
Feminizmin 18. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkmasından sonra dallanıp budaklanması, halkın bunu içselleştirmesi ve tam olarak patlaması 19. yüzyılın sonlarına doğru vuku buldu denilebilir.
İşte tam da bu zamanlarda kadınların devrimini ufaktan da olsa gözlemleyebileceğimiz, Anne ile birlikte bizim de orada bin kere bulunmak isteyeceğimiz, onunla gülüp onunla ağladığımız, enfes, tadı damakta kalan bir dizi.
Toplumun kafa yapısının bazı şeylere tam hazır olmadığını görüyoruz. Engellemeler, aşağılamalar... Yine de ufak bir kıvılcımla büyük farkındalıklar olabileceğine de tanık oluyoruz.
Ve o emekler de meyvesini vermeye başlıyor: Seçme-seçilme hakları, iş hayatında ve hukukta eşitlik ve daha niceleri...
Bugün bütün emekçi kadınlara ve ülkemizde bu hakları onlara armağan eden Atatürk'e teşekkürü borç bilirim. Çünkü insanım her şeyden önce ve insan hakları; kadın-erkek demeden herkese tam anlamıyla ait olabilmeli.
Orta Çağ kafasından çıkıp şöyle kafamızı uzattığımızda kadınların da istediği her şeyi başarabileceğini ve toplumsal cinsiyet etiketlerinden ve diktelerinden uzak, normal bir yaşam sürebileceğini görebiliriz. Ama ne yazık ki bence ülkemizde ne tam olarak bunu oturtabildik ne de ilerici görüşler altında gerçek "feminizm"in anlamını tam olarak kavrayabildik.
Klasik bir deyiş vardır: Kadın ve erkek birlikte oldu. Erkeğe milli dedik, kadına fahişe. Bu bile az buçuk yansıtabilir aslında.
Sonra feminizmin de içini boşalttık. Herkesin eşit haklara sahip olması gerekirken bunu pozitif ayrımcılığa yoranlar da oldu.
Ne diyeyim. Umarım bizler de kendi birey oluşumuzu tamamlayıp toplumsal devrimimizi tamamlayabiliriz günün birinde.
Okuduğunuz için teşekkürler, kendimce karaladım bir şeyler. Sürçü lisan ettiysem affola.